Mali Disiplin, Kemer Sıkma ekonominin düzelmesi için ihtiyaç mıdır?
Paul Samuelson: Bütçe dengesinin gerekliliği eski zaman dinidir. Politikacıları ve halkı korkutmak için kullanıyoruz.
6 Temmuz 2023 günü Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bir Tweet paylaştı. Şimşek’e göre yeni ekonomi programının kriterlerinden ilki mali disiplinin yeniden tesisi ve bütçe açığının Maastricht kriterleri seviyesine çekilmesi (Bu kriterler aslında bizi de ilgilendirmiyor, Avrupa Birliği ülkelerinin uyma zorunluluğu bulunuyor. Ayrıca Maastricht anlaşmasının ana gayesi AB’nin ortak para birimine geçmesini sağlamaktı). Biz burada asıl olarak mali disiplinin ne olduğuna yoğunlaşalım. İşçi sınıfına, yurttaşlar mali disiplin uygulandığı taktirde nasıl etkilenecek ve bunun yerine kamucu çözümün ne olacağından da bahsetmeden geçmemek gerek.
Neoliberal öğretinin ve politikaların önemli basamaklarından biri de mali disiplindir. Kısaca kamu harcamaları ve gelirleri arasında bir denklik oluşmalıdır. Bunun sağlanması içinse kamu harcamaları kısılmalı, yüksek vergilendirme getirilmeli(Ekonominin “ısındığı” zamanlar) ve kamu kurumları özelleştirilmelidir. Meşhur kemer sıkma politikalarının özeti az önce saydığımız üç politikadır.
Peki bunun teorik arka planında ne yatmaktadır? Bunu bilmemizin önemli olduğunu düşünüyorum çünkü teori gerçek hayattan o kadar uzak ki kemer sıkma politikalarının neden başarısızlıkla sonuçlandığına şaşırmamak gerek. Öyle ki bu politikalar bırakın ekonomiye stabilize etmeyi, toplumun büyük kesimleri için yıkıcı etkiler getirmiştir. Azalan sağlık ve eğitim harcamaları, işsizliğin artışı ve işçi sınıfının politik gücünün azalmasıyla sonuçlanmıştır. Hatta the Guardian yazarı Owen Jones’a göre kemer sıkma politikaları Britanya’da yaşam beklentisi süresinin azaldığını iddia ediyor. Çok da şaşırmamak gerek Margaret Thatcher’ın (Ronald Reagan’la beraber dünyada neoliberal politikaları uygulayan ilk kişilerden) ilk politikalarında biri İngiltere’nin başarısıyla meşhur ulusal sağlık sisteminin bütçesinde kesintiye gitmek oldu.
Lafı uzatmadan Friedman’ın (neoliberalizmin kurucularından ve ideologlarından) neden kemer sıkmayı, mali disiplini savunduğunu anlatalım. İlk olarak, Friedman’a göre temel tez; hükümetlerin işsizliği azaltmak için uyguladığı her politika günün sonunda ters etki yaratarak enflasyonun artmasıyla sonuçlanır. Çünkü Friedman’a göre işsizlik gönüllü bir durumdur. Yani bir kişi çalışmamayı tercih ediyorsa bunun sebebi o kişinin teklif edilen ücreti beğenmemesi veya dinlenmeyi tercih etmesi ile ilgilidir. Dolayısıyla, insanlar dinlenmeyi tercih edip çalışmadığı takdirde kapitalist maaşları artırmak zorunda kalır ve çalışmayan işçiler işe başlar. Bunun neticesinde işgücü piyasası bir “dengeye” ulaşır. Bu saatten sonra işsizliği azaltmak için yapılan müdahaleler enflasyona neden olur. Teorinin zayıflığının detaylarına girmeyeceğim. Bu satırları okuyan, emeğini satarak geçinen birçok işçinin bildiği üzere kapitalist dünyada çalışmamayı tercih etmek diye bir gerçek olmadığı ve bunu yaparak kapitalistin işçilerin ücretini artırdığı bir dünyanın olmadığını ekonomi ile en alakasız insan bile bilir. Burada Friedman’ın tabiri caizse görevi neoliberal birikim sürecinde işçi sınıfının politik gücünü azaltacak hamlelerin teorik meşrulaştırmasını yapmak diyebiliriz.
Bir diğer grup ise Kamu Tercihi Teorisyenleri (Public Choice Theory). Bu gruba göre de demokrasi “rasyonel” ekonomi politikalarının önünde bir engeldir. Yurttaşlar, devletten eğitim, sağlık, gıda, ısınma, barınma vb. birçok talepte bulunur. Fakat devlet bu gruba göre doğası gereği verimsizdir, bu işleri piyasanın yapması beklenmektedir. Dolayısıyla, devletin yetkileri sınırlandırılmalı ve demokrasi yoluyla hak elde etmenin yolları kısıtlanmalıdır. Bu konu belki başka bir konunun yazısı olacaktır ama kamu tercihi teorisyenlerinin iddia ettiği üzere özelleştirmeler ne verimliliği artırmış ne de devletin olmadığı piyasalarda yozlaşmayı azaltmıştır. Kapitalizm 1945-1970 arasında yani yüksek devlet müdahalesinin olduğu, kamu işletmelerinin ekonomide aktif rol oynadığı yıllar arasında altın yıllarını yaşarken, 1980 sonrası dönemde bunun aksi istikamette bir yol yaşamıştır. Kamusal mallarda ve doğal tekellerde yapılan özelleştirmeler verimliliği azaltmıştır çünkü bu piyasaların doğası ne rekabete uygundur ne de kapitalistin bu piyasalarda verimliliği artırmak için bir nedeni vardır( bir başka yazıda detaylı bir şekilde eğileceğiz bu konuya).
Son olarak genişlemeci kemer sıkma teorisinden (Expansionary Austerity Theory) bahsedip konuyu kısaca bitirmek istiyorum. Bu teoriye göre kemer sıkma politikası ekonomik büyüme ile sonuçlanabilir. Bu tez ise iki temele dayandırılır: İlki beklentilerin iyileşeceği, ikincisi ise yüksek borçlanmanın dışlama etkisi (crowding-out effect) yarattığı için ekonomiyi kötü etkilediği ve kemer sıkmanın bunu tersine çevireceği iddiasıdır. Neoliberal iktisatçıların iddiasına göre, yüksek kamu harcamaları ve bütçe açığı , faizleri artırdığı için özel sektörün yatırım harcamalarını dışlayıcı bir etkiyle azaltır. Daha çok hükümet harcaması daha çok ödünç verilebilir fona ihtiyaç duyulmasına yani faizin artmasına yol açıyor. Ve sonuç olarak faiz artışı özel sektör yatırımlarının düşmesine neden oluyor. Neoliberallerin önerileri ise hükümetler harcamalarını kısacak ve özel sektörün yatırım yapmasını sağlayacak oluyor. Öncelikle dışlama etkisinin gerçekleşmesi para arzının dışsal yani para arzının miktarının devlet otoritesi yani merkez bankaları tarafından belirlendiğini iddia eder. Yani bütçe açıkları verilmesi para arzının artışından suçlu olsa olsa hükümetler olabilir. İngiliz Merkez Bankasından tutun Alman Merkez Bankasına kadar birçok merkez bankasının kabul ettiği bir gerçek vardır ki para arzı dışsal bir otorite tarafından değil içsel olarak belirlenir çünkü para bankalar tarafından kredi verilerek yaratır. Banka kredi verdiği an karşılığında mevduat yaratır bu mevduat da paradır (ileride içsel para teorisine de değineceğim). Yani dışlama etkisinin temeli daha en baştan zayıftır. Diğer hataya gelelim hükümetin borçlanması bırakın özel sektörün yatırımlarını azaltmayı artırır. Sektörel denge tanım gereği ekonomide bulunan sektörlerin verdiği fazlanın veya eksinin birbirine eşit olması gerektiği kabulüyle başlar. Yani tanım gereği hükümet fazla verdiğinde özel sektör borçlanır, hükümet borçlandığında özel sektörü fazla verir. Veya Wynne Godley’in öncülüğünü yaptığı stok-akım uyumluluk modeliyle de yanlışlanabilir. Tanım gereği hükümet fazlası (açığı), özel sektör açığıdır (fazlasıdır). Yani hükümetler harcama yaptığı taktirde özel sektör verebilir. Aşağıdaki grafik ise bunun Amerika’da nasıl gerçekleştiğinin göstergesidir.
İkinci yanlışa geçelim. İşte efendim hükümet harcamalarının artışı ödünç verilebilir fonlara olan talebi artırdığından faizin artışına sebep oluyormuş o neden ötürü yatırımlar azalıyormuş. Şimdi buradaki iki yanlışı hemen veri ile gösterelim.
İlk veri neoliberallerin ilk tezini yanlışlıyor. Görüldüğü üzere bütçe açığı vermek yüksek faiz demek değilmiş. İkinci yanlışa gelelim. Efendim faizler yükselirse yatırımlar düşermiş. Çünkü paranın satın alma değeri yükselecek ve kapitalistin yatırım yapmaktan kaçınmasına sebep olacak. Şimdi kısa bir süreliğine kendinizi kapitalist olarak hayal edin. Eğer siz para kazanacak fırsatlara sahipseniz (yani bu yüksek talebin olduğu, ekonominin tıkırında işlediği koşullar olarak düşünelim) faizler sizin için neden önemli olsun siz aksine mallarınızı satabildiğiniz ölçüde güçlü olur ve para kazanabilirsiniz. Yani kapitalist para kazanma fırsatı varsa bunu kaçırmaz ve yatırım yapmaya devam eder. Bunun son örneğini Amerika’da gördük. Kredi faizleri yükselmesine rağmen faize olan talep artmaya devam etmişti çünkü kapitalistin yatırım yapabileceği uygun ortam vardı. Veya Koronavirüs pandemisini hatırlayın. Kredi faizleri 0’a yaklaşmasına rağmen krediye olan talep azalmıştı. Nedeni çok basit ekonomik küçülme varken kapitalistler yatırım yapmayı tercih etmiyordu. Sebep bu kadar basit aslında. Ayrıca -kapitalist olduğunuz hayalinden devam ediyoruz- madem ki yüksek faizler var karınızı mevduat faizine yatırarak yine kazancınızı koruyabilirsiniz. O zaman herkesin aklına bir soru geliyor “bunca teorik yanlışlamaya rağmen bu yanlış politikalar neden uygulanıyor”. Sebebi basit kapitalistler işçinin politik gücünü baskılamak istiyor. Bu sorunun cevabını 1944 senesinde Michal Kalecki “Tam istihdamın politik yönleri” adlı makalesinde anlatıyor. Kalecki, kapitalist sınıfın tam istihdama, hükümet harcamalarına karşı olmasını birkaç nedenle açıklıyor:
Öncelikle tam istihdamın sağlanabilmesi için belirli bir talep seviyesinin yakalanması gerekir ve bunun için bütçe açığının gerekli olduğunu vurgular.
Kapitalistler hükümet harcamalarına ve bütçe açığına karşıdır çünkü hükümetlerin politikalarına olan etkilerini git gide kaybederler. Kalecki’nin iddiasına göre azalan hükümet harcamaları kapitalistler için azalan vergi oranları ve düşük faiz anlamına geliyordu. Yani harcama yapamayan hükümet kapitalistlere daha çok teşvik sağlamak durumunda kalıyor ve onlara belirli bir politik güç sağlıyordu.
Tam istihdamın sağlanması demek çalışma, sosyal ve politik konularda değişikliğe yol açacağı için kapitalistler buna karşı çıkıyordu. Tam istihdamın devlet eliyle sağlanması demek, işçinin iş yeri disiplinin etkilerinden arınması ve işini kaybetme korkusunu yaşamaması anlamına geliyordu. Bu sebeple de kapitalistler bu politikalara karşı çıkıyordu.
Bir de son olarak Şant Manukyan’ın Twitter’dan bu makaleden aldığı bir kısmı fotoğrafıyla beraber paylaşmak istiyorum.
Görüleceği üzere Kalecki’nin dedikleri Manukyan’ın belirttiği yıllarda gerçeklemiş. Örnekleri işe aşağıdaki görsellerde olacak.
Göreceğiniz üzere kapitalistlere uygulanan vergilerde bir düşüş söz konusu.
80’lerden sonra yani neoliberal politikaların uygulanmaya başladığı zamandan bu zamana faiz oranları da Kalecki’nin dediklerini doğruluyor.
Sonuç olarak, Türkiye’de farklı politik kesimlerden birçok insanın dediğinin aksine kemer sıkma politikalarının ekonomi için bir ihtiyaç olmasını aksine ekonomi için yıkıcı etkileri bulunduğunu görüyoruz burada. Buradan çıkarılacak en net sonuç ise bana kalırsa ekonomi politikaları “tarafsız” veya “rasyonel” şekilde değil aksine politik kararlar neticesinde şekilleniyor.
İleri okumalar:
Michal Kalecki- Political Aspects of Full Employment
Kerem Kiper- Mali Disiplin: Eleştirel Bir Yaklaşım ve Post-Keynesyen Alternatif
Bank of England- Money Creation in the Modern Economy
Mark Blyth- Austerity: The History of a Dangerous Idea
Alberto Botta- The short- and long-run inconsistency of the expansionary austerity theory: a post-Keynesian/ evolutionist critique